Taş devri, tunç devrinin aslı yoktur.

19 04 2010

Taş devri, tunç devrinin aslı yoktur. İnsanların maymundan gelmesi, uzay insanları, Ufo yalanları gibi bu da hayal mahsulüdür. Bir karıncayı, bir hücreyi bile yaratmaktan aciz olan dinsizler, bütün kâinatı yoktan yaratan Allahü teâlâyı inkâr maksadıyla böyle şeyler uyduruyorlar. Her şeye gücü yeten Cenab-ı Hak, ilk insan ve ilk Peygamber olan Hazret-i Âdem’e her ilmi öğretti. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Âdem’e bütün isimleri öğretti.)

İlk insanlar, İslâm dinine inanmayanların uydurduğu, filmlerde görüldüğü gibi, ilimsiz, fensiz, görgüsüz, çıplak, vahşî kimseler değildi. Evet bugün, Asya, Afrika çöllerinde ve Amerika ormanlarında vahşîler yaşadığı gibi, ilk çağda da bilgisiz, basit yaşayanlar vardı. Fakat, bundan dolayı, ne bugünkü, ne de ilk insanların hepsi için vahşîdir denilemez.

Âdem aleyhisselâm ve ona iman edenler şehirlerde yaşardı. Okuma-yazma bilirlerdi. Demircilik, iplik yapmak, kumaş dokumak, çiftçilik, ekmek yapmak gibi sanatları vardı.

Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselâma 10 suhuf gönderdi. Bu suhuflarda; iman edilecek şeyler, çeşitli dillerde lügatler, hergün bir vakit namaz kılmak, gusül abdesti almak, oruç tutmak, leş, kan, domuz yememek, birçok sanatlar, tıb, ilâçlar, hesap, hendese [geometri] gibi şeyler bildirilmişti. Âdem aleyhisselâm zamanında altın para dahi basılmış, maden ocakları işletilip âletler yapılmıştı. Nûh aleyhisselâmın gemisinin, ateş yanarak, kazanı kaynayarak hareket ettiğini, Kur’ân-ı kerîm açıkça bildiriyor.

Bazı tarihçiler, hiçbir vesika ve incelemeye dayanmadan; “İlk insanlar vahşî idi, birşey bilmezdi.” diyerek, Müslüman evlâtlarını dinsiz, imansız yetiştirmek istiyorlar. Hiçbir dine inanmayan bir kısım insanlar da, fen adamı görünerek; bozuk düşüncelerini, fen perdesi altında, etrafa saçıyorlar. Meselâ; “Bütün canlıların yapı taşı olan hücre, milyonlarca sene evvel, denizlerde, tesadüfen kendi kendine meydana gelip, zamanla küçük deniz bitkileri ve hayvanları ve sonra karadakiler meydana gelmiş, en son insan hâline dönmüştür.” gibi şeyler söylüyorlar. Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye s. 80